Sistemi, insanı anlayabilmek ve bugünü yorumlayabilmek için yüzleşilmesi ve çözümlenmesi gerekenlerdendir soykırımlar ve tarihsel koşulları.
Hafta sonu Rezzan Has müzesindeki ‘Kayıp Dillerin Fısıldadıkları’ sergisini dolaştım. Sergi önemli ve etkileyici, kaçırmadan izlemeli derim ben. İçeriğini dil bilimciler, arkeologlar tartışacak ve yorumlayacaktır elbet, ben daha çok adı ve anımsattıkları üzerine yazmak istiyorum.
‘Kayıp’ tanımlanması zor bir sözcük. TDK karşılığını bir yana bırakıp yarattığı duygudan bahsedersem, en sevdiği kolyeyi kaybedenin de, ‘can’ını ‘yol’unu kaybedenin de neden bahsettiğimi anlaması muhtemeldir. Eksik bırakır insanı kayıp olan, hatta bazen yarım.
Geçen hafta; otantik Çerkes müzik grubu ‘JIU’ İstanbul’daydı. Paylaştıkları ‘wored’lerde eskilerin kullandığı sözcükleri, deyimleri ve onların o günkü hayatla ilişkisini buldum. Hayat değişip, dönüştükçe, yeni yollar, memleketler, yaşam biçimleri, sistemler, kültürler, savaşlar yaşandıkça,insan belki zenginleşiyor ama kendisini kendisi yapan seslere ilişkin farkındalığı azaldıkça da eksik kalıyor bence. Etrafınıza baktığınızda gördüğünüz, aile tarihini araştırmaya girişmiş onca orta yaşlı insan bundandır belki de. Ancak ne yapsanız, dünya dönüyor ve kaybolanlar oluyor. Çöveni ocağa asarken kullanılan zincire verilen Çerkesce ismin ocağın ve çövenin kalmadığı yaşam biçimlerinde hatırlanması çok zor. Yaşamın farklılaşması sadece biçime ilişkin değil, aynı zamanda kimliklerimize ilişkin. Sadece Çerkes değiliz hiçbirimiz. Demokratız, Müsümanız, Sosyalistiz, Liberaliz, babayız anneyiz, tüccarız ve bu bu kimliklerimizle başka bütünlerin parçasıyız. Kayıplar ise AKP’li, MHP’li, Liberal, Müslüman..olmamızdan bağımsız olarak, hepimizin kayıpları. Üstelik; kadim kültürlere ilişkin kaybolan, yok sayılan, yok edilen her taş, her sözcük, her ritm ortak mirasdan gidiyor ve tek tipleştiriyor insanı.
Guşips’in ilk günden beri, farklı bakış açılarına sahip insanların bir arada yazmasını, tartışmasını yüreklendirmeye yönelmesi bu nedenle kıymetlidir bence. Ortak kimlikle yeniden ürettiğimiz yaygın, etkin, kalabalık bir yaşam alanımız yok artık ancak her birimizin kulağında birkaç fısıltı var kadim olandan taşıdığımız. Kıymetini bilmek gerekir o fısıltıların. AKP, Erdoğan, liberal, sosyalist tartışmalarımızı bir yana bırakamayız. Elbette düşünmeye, olağan olarak farklı olmaya devam edeceğiz ama seslerimiz kaybolanın fısıltılarını duyulur kılmalı.
Guşips enteresan bir dosya açtı geçen hafta; ‘Ermeni Soykırımı ve Çerkesler’. Çok tartışılması muhtemeldir. Uzun süredir düşünülen bir dosyaydı, Erdoğan’ın Ermeni soykırımı üzerine açıklamaları ile yakın zamanlı denk geldi.
Tarihi, özgün koşulları ile yorumlayarak ve etiketlemeden okumak bugünü anlamanın ve ilerlemenin olmazsa olmazı bence. Bu yüzden bireysel ve toplumsal tüm yüzleşmeleri önemli ve cesur buluyorum. Tarihin satırları arasındaki sesleri dinlemeye katkısı olabilir bu dosyanın da.
Geçen haftalarda Krakow’da, Schindler’in fabrikasının içinde olduğu Yahudi getto’sunu gezme fırsatı buldum. Getto’nun şehirin geri kalanı ile birleştiği yerde kocaman bir meydan, meydanda büyük sandalye heykelleri vardı. Sandalyelerin her biri başka bir yöne bakıyordu. Rehber, sandalyelerin yönünün, meydanda toplanan insanların götürüldüğü yönlere göre tasarlandığını söyledi. Karşıya bakan sandalyeler ‘Auswich’e götürülenleri, sola bakanlar hemen ileride kurşuna dizilenleri, sağa bakanlar gettoya geri alınanları temsil ediyordu. Bütün bunlar, çok değil 70 sene kadar önce hem de sandıkla/seçimle gelen bir iktidarın, sistemin dünyadakiuygulamalarıydı. Korkunçtu ve dünya tarihindeki ilk soykırım değildi.
Sistemi, insanı anlayabilmek ve bugünü yorumlayabilmek için yüzleşilmesi ve çözümlenmesi gerekenlerdendir soykırımlar ve tarihsel koşulları. Bu nedenle; bu sene de 21 Mayıs 1864’ün yıldönümü kayıplara sahip çıkma ve sürgün ve soykırımla yüzleşme günü olacaktır.