Birey olarak, zihniyet değişikliğine önce kendimizden başlamamız gerekiyor. İstesek de, istemesek de, yılların birikimi, düşünce yapımızı, bilinç altımızı etkiliyor. Bununla mücadele etmek, kendimiz yenmek zorundayız.
“Aa, bugün bayram mı? Bayrak asmış herkes yine?”
Yıllar önce, ilk evlendiğim zamanlar, Rumelihisarı’nda, küçücük bir apartman dairesinde otururduk; karşımızdaki sokağın darlığından, şehir hatları vapurlarını bile kısım kısım görsek de, her an değişen rengi ile boğazı izleyebilmek müthiş keyifliydi.. İkimiz de öğrenciydik henüz; bir yandan çalışıyor, bir yandan diplomalarımızı almaya uğraşıyorduk. O dar sokaktaki komşularımızın çoğu Ermeni idi; ve biz çoğu milli bayramın farkına, onların astığı bayraklar sayesinde varırdık! Sene 1981; politize 78 kuşağıyız,sol cenahtan tabii; ama o zamanlar pek öyle Ermeni meselesinin falan farkında değiliz; hiç kimse de değil zaten-en azından bizim tanıdıklarımız- ama yine de bu işte bir tuhaflık sezerdik. Bu bayrak asma hevesinin aslında bir tedirginlik olduğunu hissederdik.
Bu ülkede farklı bir kökenden gelmek bir tedirginlik unsuru olmuş hep. Ben ilkokula başlarken, babam, ürkütmeden ama bir açıklama da yapmadan, “okulda Çerkes olduğunu söyleme” demişti. Henüz 7 yaşındaydım. Evde, annemle babamın sadece bizden yani çocuklardan gizli konuşmaları gerektiği zaman duyardık Çerkesce konuşulduğunu, o yüzden ne ablam,ne ağbim ne de ben Çerkesçe biliyoruz. Belki de subay emeklisi babamın gereksiz tedbirliliği idi bu kadarı, ama insan tedirgin olmazsa tedbirli de davranmaz ki! Üstelik Çerkesler –Çerkes Ethem olayı dışında- “makbul vatandaş” olarak görülürler genelde; siz bir de varın diğerlerini düşünün. Hele bir de etnik farklılığa, dini farklılık da eklenirse işler daha da çetrefilleşiyor; geçmişte yaşananlar,tedirginliği daha da arttırıyor olsa gerek.
Aslında sadece geçmişte yaşananlarla olsaydı bu tedirginlik keşke! Daha, ancak bir ay geçti Hırant Dink’i ölüm yıldönümünde anmamız, adalet talebimizi yinelememizin üstünden. Türkiye nin “Kırmızı Pazartesi” sinin hala çözülmemiş olması insanı kahrederken; 6 yıl sonra, hala binlerce insanın, bardaktan boşanırcasına yağan yağmura rağmen Şişliden, Agos’a kadar yürüyüp, orada anma törenine katılması da, Hidayet Şefkatli Tuksal’ın mükemmel konuşması da insana umut veriyordu lakin hemen arkasından, Samatya da, yaşlı bir Ermeni teyzenin daha saldırıya uğradığı haberi duyuldu medyadan. Gel de tedirgin olma! Belki gerçekten, emniyetin açıkladığı gibi sıradan bir hırsızlık olayıdır ama bu coğrafyada bunun tersini düşünmek için o kadar çok nedenimiz var ki!
Eğer Türkiye de herkes eşit vatandaşsa, neden bizim hiç Müslüman olmayan sivil-asker bürokratımız yok? Politikacılar ister iktidarda, ister muhalefette olsun, kardeşlik mesajı verirken neden hep “Lazı, Kürdü, Çerkezi” derler de, “Kürdü, Rumu, Ermenisi, Çerkezi” demezler? Neden ilk okuma kitaplarında hep Ayşe Ali’ye top atar da, Agop ya da Sara tutmaz?
Yeni Anayasa sürecinden, her şeye rağmen ben umutluyum; yakında hepimiz Türkiye Vatandaşı olacağız, bundan kuşkum yok. Ama yasaların değişmesi yeter mi? Zihniyetler nasıl değişecek?
Bunun için hep birlikte, bu işe inanan tüm rol modelleri, kurumlar, basın organları ve bireyler harekete geçerek, ister iktidarda, ister muhalefette olsun, doğal olarak seçim kaygısı taşıyan siyasilere cesaret verseler! Mesela, TÜSİAD adının artık Türk Sanayici ve İşadamları Derneği değil, Türkiye Sanayici ve İşinsanları Derneği olduğunu açıklasa ve bir taşla iki kuş vursa? Hem demokrasiye,hem de toplumsal cinsiyet eşitliğine olan desteğini bir de böyle gösterse? Ya da, yazılı basının amiral gemisi Hürriyet , “Türkiye Türklerindir” sloganından vazgeçse?
Öte yandan, toplumda etkili olabilecek bireylerin, özellikle de siyasilerin bireysel demeçleri, kullandıkları kelimeler de müthiş önem taşıyor bu süreçte. Son dönemde, bende gelecekle ilgili hayal kırıklığı yaratan demeç CHP li Güler’inki değil, BDP’li Sakık’ın ki oldu! Güler’in demeci, bu ülkenin resmi ideolojisi; değişiyor, biraz yavaş ama değişiyor, değişecek. Kendi partisinde bile bir sürü insan Güler gibi düşünmüyor. Sakık ise, bildiğimiz kadarı ile, değişimi isteyen aktörlerden biri; ama son demeci, tam da değiştirmek istediği ideolojiyi zımnen savunduğunu ima ediyor- mesele sadece ilk ve son harflerin yer değiştirmesi imiş diye düşünüyor insan ve ne yazık ki bir özür bu kuşkuyu silmeye yetmiyor.
Birey olarak, zihniyet değişikliğine önce kendimizden başlamamız gerekiyor. İstesek de, istemesek de, yılların birikimi, düşünce yapımızı, bilinç altımızı etkiliyor. Bununla mücadele etmek, kendimiz yenmek zorundayız. Yetmez, toplumsal barış için, daha iyi bir gelecek, daha yaşanır bir ülke için siyasilerden makro düzeyde talep ettiklerimizi çalıştığımız, yönettiğimiz, üyesi, müşterisi, okuru olduğumuz, takip ettiğimiz kurum ve kuruluşlardan mikro düzeyde talep etmek durumundayız. Zihniyet değişikliği için çaba gerekiyor.